Ana Renkler

30 Mart 2010 Salı

Ben de bir bireyim artık!



Kızımın 16. ayı doluyor bugün. Özellikle yürümeye başladığından,yerlerden kalkıp dik durmaya başladığından beri daha da bir büyüdü gözümde. Artık bebek değil de bizler gibi birer birey olduğunu hissettiriyor bizlere. İstekleri daha net,alışkanlıkları daha keskin. Onun da zevkleri var. Yapmak istedikleri,istemedikleri..  Yeterli gördükleri,doyamadıkları..  Sosyal hayatın içinde o da artık aktif rol alabiliyor. Dışarıda insanların arasına karışıp,parkta oyun oynayan büyüklerine eşlik ediyor. Yanlarında durup “beni de aranıza alın” der gibi sabırla bekliyor ve tebessüm ediyor mutluluktan.( Ama sabrı çabuk tükeniyor :) ) Öğlenleri uyku saatinin geçirilmesini sevmiyor. Sabah uyanınca ve gece uyumadan önce sütünü içsin,ballı ve ılık olsun istiyor. Hoşuna giden bir şey gördüğünde, gülerken benim ve babasının yüzüne,gözlerimizin taa içine bakıyor,sevincini paylaşmak istiyor,tepkimizi izliyor.  Bulaşık makinesini boşaltırken bana yardım etmeyi artık kendi görevi biliyor. O çıkarıp veriyor,ben yerine yerleştiriyorum. Ve bundan büyük keyif alıyor. İşe yaradığını,büyüdüğünü hissediyor adeta. Beraber bir iş yapmanın keyfine varıyor.Ve daha bir çok şey..

Asıl iş bundan sonra başlıyor sanki. Sınırları koymanın ve ona belli etmenin zamanı artık. Ona bir birey olduğunu sonuna kadar hissettirmeli,fikirlerine değer vermeli,isteklerine saygı duymalı. Ama sınırları en baştan belirlemeli ve de ona belli etmeli.Yoksa  her istediğini yaptıran bir çocuk yetiştiriyor olmaktır bunun aksi.

Bizim nesil,hatta bizden önceki nesiller daha sık duyardı: “Sen sus,daha küçüksün, anlamazsın”, ”Büyüklerin işine karışılmaz” türevi cümleleri. Neyse ki artık anne-babalar bu konuda daha duyarlı. Minicik çocukların bile fikri soruluyor. Ama Hilal’in de anlattığı gibi evdeki küçük patronlar olmalarına izin vermeden,fikir sormak sonra da gerekeni en adil şekilde yapmak doğru olanı.Adil olayım derken,ipleri onların eline vermemeli.

Uzmanlara göre biz çocukların hayatına göre değil,onlar bizim hayatımıza göre yaşamalıymış. Bu elbette onları kendi hayat koşuşturmamıza birebir dahil edelim demek değil. Ama tamamıyla onlara göre bir düzen oluşturmak yerine,bu düzen içerisinde kendimize de özel bir alan bırakabilmek,onları da bu düzene adapte bir forma kavuşturmak,orta noktaya yakın bir yerlerde buluşmak belki de..

Dünyanın  ne onların etrafında ne de bizim etrafımızda dönmediğini anlatabilmeli onlara.Bunu onların iyiliği için yapmalı. İleri de daha gerçek (!) hayata dahil olduklarında daha az üzülsünler,daha az kalp kırıkları olsun diye.

Kendi iç seslerimi,biraz dışa yansıtma oldu biraz bu yazı. Yapılacaklar bana göre belli ama teorikte.. Pratiğe dökülmesi de umarım aynı şekilde başarılı olur.

Yeri gelmişken küçük bir hatırlatma.. 20 Kasım 1989 tarihinde Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından ve 9 Aralık 1994 tarihinde T.B.M.M. tarafından kabul edilmiş olan "Çocuk Haklarına Dair Sözleşme"yi herkes mutlaka okumalı,haberdar olmalı. Önce biz bilelim,onların haklarına saygı gösterelim ki,ileri de onlar da haklarına dört elle sarılabilsinler,sahip çıkabilsinler.
Okumak isteyenler buraya
Minik bireylere kucak dolusu sevgiler..





29 Mart 2010 Pazartesi

Nasıl Süt Sağılır?



Özellikle çalışan anneler için bir hayat kurtarıcıdır süt sağma makineleri. Doğum izni topu topu 4 ay sürer, bunun bir kısmı da mecburen doğum öncesi kullanıldığından çocuğunuzla doya doya geçireceğiniz birkaç ayınız vardır sadece. Bu süre içeisinde yeni doğum yapmış anne öncelikle sütünü artırmaya çalışır. Çocuk ne kadar emerse, o kadar süt üretir vücut. Kimyası, doğası böyle bu işin, böyle yaratılmışız. Bunun dışında iki önemli faktör daha var - ki ben bunları sadece kendi tecrübelerimi göze alarak yazıyorum - süt artırmak için dinlenmek ve sıvı alımı çok önemlidir. Ben zaten suyu seven biri olduğumdan bu konuda sıkıntı çekmedim. Çok dinlendiğimi, çocuk uyudukça uyuduğumu söyleyemem ama sıvı alımı ve bol bol emzirmek çok faydalı oldu bunu söyleyebilirim.

İlk zamanlar süt bol oluyor, çocuk tam ememediği için belki, belki de sütün artması için böyle bir yaratılış hikmeti var ortada, çocuk emdikçe de sütünüz artıyor. İlk zamanlar sütün üretimini vücut ayarlamaya çalışırklen bir kısmı da akarak boşa gidiyor. İşte bu esnada süt sağma makineleri önem kazanıyor. Bu süre esnasında, özellikle işe başlamadan önce sütünüzü sağarsanız, işe başladığınızda veya acil bir işiniz çıktığında bu sütler sizin hayat kurtarıcılarınız oluyor. Burada dikkat edilmesi gereken, sütün üzerine mutlaka tarih ve kaç cc olduğunu yazmak ve dondurucuya öyle kaldırmak. En eski tarihliden başlayarak çocuğa vermelisiniz ki, bir nevi son kullanma tarihi geçmesin :) Bunu sadece çalışan anneler olarak da düşünmeyin, birkaç saatliğine bebeğinizi bırakıp çıkıp bir hava almak isterseniz, sütünüzü bırakıp gidebilirsiniz. Böylece aç kalmayacağı için sıkıntı da olmayacaktır. Ayrıca günlük bebeğinizin içtiği süt miktarını da birkaç gün içinde anlıyorsunuz. Buzluktan o ölçüde  süt çıkarırsanız bebeğiniz aç kalmaz, sizin de içiniz rahat eder işyerinde.

Süt ne sıklıkla sağılmalı?
İşe başladıktan sonra - veya bebeğiniz sütü sizden emmiyorsa - süt sağma makinelerinizi çıkarın ortaya. Hummalı bir çalışma başlıyor. Ben işe başladığımda bebeğim 3 ay 3 haftalıktı. Yani sadece anne sütü alınan bir dönemdi. İlk günler evdeyken sağıp depoladığım sütlerden kullandım. İşe gittiğim ilk gün yanımda süt sağma makinem de vardı elbet. O zamanlar 2 saatte bir sağıyordum. Bebek büyüdükçe 3 saatte bir sağmaya başladım. Sonra da 4 saatte bir sağdım. Yaklaşık 6. aya kadar 2 saatte bir, 6-9 ay arası 3 saatte bir ve sonrasında da 4 saatte bir sağdım. 1 Yaşından sonra 6 saatte bielsağsanız yeterli olur kanaatindeyim. Tabi herkes bunu kendi durumuna göre de ayarlamalı.

Sütün azalmaması için nasıl sağılmalı?
Sütün azalmaması için - ve hatta artması için - sağma işlemini göğüste süt kalmayana kadar yapmalısınız. Her sağışta da her iki göğsü de mutlaka boşaltmalısınız. Yani, ben öyle yaptım ve faydasını gördüğüm için böyle yazıyorum. Mutlaka ki başka yöntemler de vardır. Tabi tüm bunları yapabilmek için süt sağacaınız uygun bir ortam ve anlayışlı bir işvereniniz olmalı. O yönden çok şükrediyorum. Yok anlayışlı bir işvereniniz yoksa bile, günde 1,5 saat süt izniniz oluyor bebeğiniz 1 yaşına gelene kadar, işverene kanunlar hatırlatılabilir bu durumda. Ayrıca sütün azalmaması için süt sağma satini sakın geçirmeyin. Mecbur kalıp bir kez geçirdiyseniz de üzülmeyin, hemen sağın, donrasında dikkat edin bir sıkıntı olmuyor.

Ne tür pompa kullanılmalı?
İşe başlamadan önce yoğunlukjla bu sorunun cevabınbı bulmaya çalkıştım. İnternette biraz dolaşırsanız çoğunluk annelerin medela'nın elektrikli pompasını önerdiklerini göreceksiniz. Kullanan bir arkadaşım vardı hatta, çok memnundu. Ancak cidden traktör sesi gibi ses çıkarıyordu. Sanırım tek eksi alacağı yönü bu.. Ben özellikle elektrikli istiyordum ama manuel avent pompa kullandım. Manueli ilk başta neden istemedim derseniz, internet araştırmalarım sonucu manuellerin acıttığı ve hatta yara yaptığına dair bir sürü yazı okumuştum. Ancak hiç de öyle olmadığını gördüm. Yalnız bunu derken tüm manuel pompalar için diyemem, mutlaska ki acıtanları vardır. Onca anne muzdarip olup yazmış zira. Ben yukarda fotoda gördüğünüz avent pompayı kullandım. Öyle memnun kaldım ki size anlatamam. Şükürler olsun hiçbir sıkıntı da yaşamadım. Masaj başlığı ile ilgili yazıyı okumak için tıklayın. Okuduktan sonra geri dönmeyi unutmayuın :))

Pompa Nasıl Temizlenmeli?
İşyerinde her kullanımdan sonra yıkayıp, güzelce kuruluyordum. Elbette bu yeterli değil anck işyerinde başka yapabieceğim bir imkan - kaynatmak gibi - yoktu. Evde de yien avent sterilezatör kullanıyordum. Ancak doğrusunu söylemem gerekirse ilk başlarda sıkça kullansam da sonraları haftada bir steril etmeye başladım. Bu benim yöntemim sevgili anneler, siz yine uzmanlara danışın dilerseniz..

Soğuk süt bebeğe verilmeden önce nasıl ısıtılır?
Sütü buzluktan çıkarıyorsanız, öncelikle kendi kendine buzunun çözülmesini bekleyin. Ben yeterli zamanı ayarlayıp, sütü buzluktan buzdolaına çıkarıyordum. Buzdolabında buzu çözülen sütü de bebeğe vermeden önce biberona koyup benmari usulü kaynar su ile ısıtıyordum.

Nasıl bir biberon?
Bebeğe biberon seçerken çok dikkat edilmeli. Her gün biberonla süt içiyorsa bebeğiniz, biberon seçimi çok çok önem kazanıyor. Bilirsiniz, biberonla süt içerken içindeki hava biiter ve bebek biberon emziğini ağzından çıkarıp hava almasını sağlamazsa süt az gelir. Bunu yaşamamak için ben Dr Browns ve Avent biberon tercih ettim. Biberon emziğimiz de 3 noktalı olduğundan, ilk zamanlar tek nokta kullanıyordum. Sonraları 2 ve 3. noktalara geçtik. Bu biberon emziklerini de şiddetle öneririm.  

Süt sağma ile ilgili bu ilk yazım olsun. Daha yazacaklarım var ilerki günlerde de kısmetse onları paylaşmaya çalışayım. Sormak istediğiniz bir soru olursa ve yardım edebilirsem de çok sevinirim. Sevgiyle kalın...

 

27 Mart 2010 Cumartesi

Çalışmayan(!) bir annenin gözünden..



Çalışmayan (!) bi anneyim ben..

Peki nedir,nasıldır çalışmayan bi anne olmak?

Zannedildiği kadar kolay mıdır?

“Sizin işiniz kolay,sürekli evdesiniz” cümlesini sık sık işitmeyi hak edecek kadar mı kolaydır?

Fedakarlık sadece yavrusunu bırakmak zorunda kalıp çalışmakta mıdır?

Ya da çok mu zordur? Çok mu sıkıcı?

Kendinden,kariyerinden,sosyal hayatından vazgeçmiş bi anne etiketi,çalışmayan anneler için biçilmiş kaftan mıdır?

Sorular çok,cevaplar çoğu zaman net ama her anne için farklı belki de..

Bana göre..

Çalışmayan anne olmak;

 24 saat yavrusuyla bi arada olmaktır.

Gece uyuyup-uyanma seansları sonrası,sabah sinir harbinden çıkmış  gibi yataktan kalkmak ve sonra da olay mahallinden uzaklaşıp sakinleşme,rahatlama  seçeneği olmadan,tüm sakinliği ve sevgisiyle kaldığı yerden devam etmek zorunda olmaktır.Tüm gün mesaidir kimi zaman.

Kuzusunu bir yere bırakmak,gönüllü ya da gönülsüz ondan ayrılmak zorunda olmamaktır.

Evladına her istediğinde sarılmak,onu kucaklamak,doyasıya öpmek,koklamaktır.

Evde olduğu için, uyku saati dışında 1 sn. bile olsa ondan ayrılmak istemeyen bir çocukla, her işe yetişmek zorunda olmaktır. Yemek yapmalı,evi her zaman temiz olmalı,ne de olsa evde olduğu için çat kapı gelebilecek misafirlere her zaman hazırlıklı olmalıdır çalışmayan anne. Tüm bunların içinde becerebiliyorsa lavaboya gidebilmelidir. Ama asıl maharet bunu bile “çocuğum ağlayacak arkamdan” diye stres olmadan yapabilmektedir.Uyku saatinde banyo yapmak isteyip,telsizi almadan banyoya gidememek ve telsizden gelen bir sesle yarı sabunlu banyodan fırlamaktır.

Kışları, eğer ki gündüzleri kullanabileceğiniz bi araba yoksa, sürekli ama sürekli evde olmaktır.  Eğer ki aileden ayrı bir şehirde yaşanıyorsa, anne-çocuk birbirine arkadaş olmaktır,yalnızlıkları paylaşmaktır.

İlk senelerde bakımsızlığı tavan yapmış bir eş olmaktır. Böyle olmaktan nefret edip, pijama çıkarıldığında kendini şanslı saymaktır. Bu halinden nefret edip,şartları sonuna kadar zorlamak, türlü şaklabanlıklarla çocuğu oyalayıp kendine çeki düzen vermeye çalışmaktır.

Baharla birlikte sürekli dışarı olmaktır.El ele gezmektir,dolaşmaktır,keşfetmektir.Büyüdükçe kendine arkadaş olmaya başlayan o minik insana bakmaya doyamamak,hızla büyüyüşüne inanamamaktır. Yarın değişik ne yapsak,nereye gitsek diye bi sonraki günün planını yapmaktır heyecanla. Alışverişi beraber yapmak,eve gelip beraber yerleştirmek,her şeyden olduğu gibi bundan da bir oyun türetebilmektir.

Hasta olduğunda başucunda olabilmektir.Şimdi nasıldır,ne yapıyordur diye merak içinde olmamaktır.

Kendinle olabilmek için biraz büyümesi gerektiğini bilmektir. Aklına eseni,canının çektiğini yapamamaktır. Biraz internette gezinmek,maillerine bakmak ya da biraz kafa dağıtıcı birkaç hobi ile uğraşmak için öğle uykusunun uzaması için dua etmektir.

Tüm gün göreve hazır bi oyun arkadaşı olmaktır. Miniğiyle doyasıya oynamak,eğlenmek,bir çok oyunu beraber keşfetmektir. Yeniliklere “Aaaa” diye beraber şaşırmaktır. Söylediği her yeni kelimede, keşfettiği  her yeni mimikte,başardığı her adımda,her ilk’inde onun yanında olmak,büyümesinin her anına şahit olmaktır.

İş çalışmak ya da çalışmamakta değil,anne olmaktadır. Zorluklara kafayı takmayıp, anne olmanın keyfini çıkarmaya çalışmaktır..

 Not:  Bu yazıyı hazırlarken aslında çok tereddüt ettim. Amacım kesinlikle çalışan anne- çalışmayan anne kıyaslaması yapmak değil. Sadece kendi çerçevemden bir bakış. Bu böyle biline :)

25 Mart 2010 Perşembe

Ferrarisini Seven Bilge



Kitap tanıtımı yapmayacağım yanlış anlaşılmasın :) Bugün meslek farklılıklarımız ve anne - baba olunca bir anda zenginleşiveren meslek renklerimizle ilgili birkaç şey paylaşacağım...

Malum her çocuk farklı, istekleri, gelişimleri, yeme-içme tarzı, oyuncak seçimi, ihtiyaçları.. İkizler bile bambaşka haller sergilerken, bunca farklılığın olması da elbette ki çok normal. Bizim minik bey mesela, tekeri olan her türlü alet-edevat onun için oynamaya değer.. Sokakta park halinde duran araçların tekerlerinden tutun, bir çocuğun sürdüğü bisiklete kadar, ne kadar tekerli şey varsa aklınıza gelen, bizimkinin aklı orada.. Evde bir filomuz var sürekli genişleyen... İçlerinden bazıları gözde, bazıları ise daha az akla gelir cinsten... Ee durum böyle olunca, taze anne olarak ben tabi hemen bunu gelecekle ilişkilendirip "bu çocuk büyüyünce bir nakliye firmasının sahibi olacak" deyiverdim:) Oysa ki liseye gidene kadar avukat olmak için can atan ben, sonrasında fikir değiştirip mühendis oldum da bu hızlı değişime ben bile inanamadım. Ne çabuk hayallere kapılıyoruz çocuklarımız söz konusu olunca... Her yaptıklarını birşeylere sebep - sonuç gösteriveriyoruz.. Ya da sanırım ben öyleyim :)


Bir çocuğunuz olunca, mesleğiniz ne olursa olsun çeşitleniveriyor uğraşı alanlarınız. Bir öğretmenseniz, mühendislik dalında çalışmalara imza atabiliyorsunuz; muhasebeci iseniz, eğitim dalında ek çalışma yapıyorsunuz yavrunuzun yanında. Karşılaştığınız sorunlara çözüm üretebilmek için yeri geliyor bir ar-ge departmanı gibi çalışıyor, fikir üretiyorsunuz. bizim çocuğun sabaha karşı ıslanmalarına eşim tarafında harika bir öneri geldi mesela. "bez firmaları, ürettikleri beze ne kadar sıvı alacağını yazsınlar:) " .. " 130 cc'ye kadar taşıma kapasitelidir, sızdırmaz, yüksek emiş gücüyle bebeğinizin popişi kuru kalır:P "  Yeri geliyor reklamcı yönünüz de ağır basıp, ar-ge faaliyetleri neticesinde elde ettiğiniz yeni ürünün reklam çalışmalarını bile tamamlıyorsunuz:)) " en iyisi 130cc, biz daha iyisini yapana kadar:) "


Yeni patron o mini mini eller oluyor hayatınızda. Beklemeye tahammülü olmayan, sistematik, uğraşı gerektiren bir patronunuz daha oldu işte, hayırlı olsun :) İşyerinde atölye denetimine çıktığınızda, eve gidince kendinizin de denetleneceğini unutmayın sakın:) Altını zamanında değiştirmezseniz, yemeğini zamanında vermezseniz, patron hemen tehlike sinyallerini vermeye başlar. Sonuçlar da size kdv olarak döner tabiki pişik, huysuzluk veya ağlama olarak...

Mesleki farklılıklarımız olsa da, uğraşı farklılıklarımız olsa da, tüm anne babalar " ebeveyn" olma çatısı altında buluşuyorlar ortak payda olarak.. İşiniz ne olursa olsun, yeter ki evdeki patronunuz iyi olsun)

Tüm minik patronları öpüyorum. Sevgiyle kalın...

24 Mart 2010 Çarşamba

Uç Noktalardan Anne Manzaraları

Bir kişi…

Bir kadın…

Ve bir bebek…

Sonrasında da bir anne.

Birey kadın özgür müdahalesiz yıka ve çık kıvamında saçlarla mütemadiyen gülümseyip, topuk sesleri duyururken;birey anne olduğunda 'ah bir kuytu köşe bulsam da 1 saat şekerleme yapsam' diye düşünüp topuksuz ayakkabılarla da güzel olunabileceğini gösterme çabasındadır ah birde 5 cm. daha uzun olsaydım, birde 5 kilo verdim mi tamamdır diye düşünerekten. Bu düşüncelerin arasına (ister çalışsın ister çalışmasın)bir çorba ve bir cam rendeden çıkmış meyve püresi eklemeyi ihmal etmeden…
Aslında insan bir durum başına gelmeden çevresinde o durumu yaşayan insanları fark etmiyor. Örneğin sevgiliniz varsa veya bekarsanız hep kumru gibi dolaşan çiftlere odaklanıyor gözleriniz, hamileyseniz etrafta ne kadar çok hamile olduğunu fark ediyorsunuz. Çünkü dikkatiniz o noktada yoğunlaşmış durumda. Algıda seçicilik bir nevi. Eğer çocuğunuz varsa hep bebek arabası iten insanlar gözünüze çarpıyor kalabalıkta.

Kadının sorumlulukları vardır, ama hayatının her karesinde aldığı sorumlulukları toplasanız bir çocuğu olduğundaki sorumluluğu kadar fazla değildir.Kadın anne olduktan sonra ister çalışsın ister evde olsun en büyük sorunu zaman ve bu zamana karşı direnen yorgun bedendir. Normalde hiçbir şeyi ertelemezken anne olduktan sonra bebek dışında her şey için atasözleri de 'bugünün işini birazcık yarına bırak' şeklinde yeni bir versiyona dönüşür. Durum böyle olunca da o minicik eller annenin yaşamını da ev hayatını da ele geçirir ve kadın ben değil biz olur. Erteledikleri birikir, tıpkı bebeğine olan sevgisinin katlanarak artması gibi.

Bu sevgi katlanarak artarken anneliği uç noktada yaşayanları çeşitli kategorilere ayırmak mümkündür.

Dahi bebeğin annesi; Bu kategorideki annenin Einstein uzaktan akrabasıdır. Kesin Einstein amcasına çekti baksanıza aguuu dedi çocuk. Çocuk mutfak eşyalarıyla oynadığında aşçı, topla oynadığında futbolcu, bir düdük çaldığında da popun yeni yıldızı olur. Tesadüfen eline bir kalem aldı mı okur yazar bile yapar anne-baba el kadar bebeği. Çok zekidir bu kategorideki annelerin çocukları. Ay maşallah ne güzel… diye başlayan bir cümleyi bu annenin yanında söylerseniz asla cümlenin sonunu getirmenize izin vermez çünkü kendi aaa daha şunu ,şunu yapıyor şeklinde kendi tamamlar.

Rahat ötesi anne; girdikleri her ortamdan arkalarında bir enkaz bırakarak çıkarlar. Kendinizi evinizde koltuğun arkasına pusmuş bir şekilde bulabilmeniz an meselesidir. Özgürlükle alakası olmayan bir gevşeklik vardır ruhlarında. Oyuncak vb. bir çok materyal havada uçarken ve siz siper almışken o çayını içer ve size yeni trendleri anlatır.

Titiz anne; bu anneye göre kirlenmek asla o reklamlarda anlatıldığı gibi güzel bir şey değildir. Çocuğunu parka kar beyaz külotlu çoraplarıyla veya cirit gibi ütülü pantolonuyla götürüp, çocuğun hiçbir yere dokunmasına izin vermeden eve geri götüren, ıslak mendille yaşayan annedir. Çocuk kazara kumla oynayacak olsa, pis diye feryadını sağır sultan duyar. Mümkün olsa bütün dünyayı çamaşır suyu ile temizleyebilir.

Sinirli anne; muhaliftir, kuralcıdır ve muhtemelen koyduğu bütün kurallar yıkıldığı için sesi hep tiz çıkar. Sadece çocuğa değil topluma da tepkilidir. İki çocuğun kendi aralarındaki didişmelerine dayanamaz hemen olaya hakem olarak girer, ağırlığını koyar.

Çalışan anne; 24 saati zipp dosyası gibi 2 saate indirger ve bütün her şeyi akşam 2-3 saate sığdırmaya çalışır. Üzgündür, kendi seçimi olmasına rağmen evde çocuğuyla olmayı ister. Bakıcı, kreş gibi sorunlar omuzlarında çok ağır bir yüktür. Çalışan bazı anneler; genelde çocuğun bazı olumsuz tavırlarında çalışıyor olması nedeniyle kendisini suçlamaya meyillidir. Diğer grupta da çocukla geçiremedikleri vakitleri aldıklarıyla kapatmaya çalışma eğilimi söz konusudur. Ama bazı çalışan anneler bu dengeyi çok iyi kurar ve korurlar.

Evdeki anne; tıpkı çalışan annelerde olduğu gibi bu grubu da kendi içerisinde ikiye ayırmak mümkündür. İlk grup çocuğa görev bilinciyle yaklaşıp kendi saçını bile taramayı akıl edemezken bir diğer grup çocuğu hayatına adapte etmiştir öte yandan çocuğun dünyasına da adapte olmuştur. Ama bu grubun en büyük sıkıntısı yorgunluk ve kısır döngüdür. Çünkü toplantı stresi, satış grafiği, işgören performansı, bilançoda ki sapmalar gibi mideye saplanan stres yumrukları olmadığı için evde tuzun bitmesi bir yere kadar heyecan verici bir durumdur. Yeni arayışlar arar ve bu gruptaki anneler Geri dönüşüm şampiyonudur.

Aşırı sakin anne; çocuğu tarafından parmağında oynatılan gruptur. 10 kez hayır der ama bırakın çocuğu kendi bile duymaz. Çocuk düz duvara tırmandığında uyarırken de, çocuk doğru bir şey yaptığında onu överken de ses tonu aynıdır. Dolayısıyla tepkilerini özel ölçüm cihazı taksanız anlayamazsınız.

Tutarsız anne; bir gün hayır der bir gün evet, bir gün yasaktır bir bakmışsınız af çıkmış her şey serbest. En tehlikeli gruptur. Çocuk anlamlandıramaz ne yapacağını şaşırır. Ortaya sunduğu karışıkta pek tercih edilmez.

Kalıplara bağlı anne; teoriktir, çok okur ama pratikte her zaman uygulama fırsatı bulamaz. Okuduğu her genellemeyi çocuğunda uygulamaya çalışınca işler sarpa sarar. Aslında çocuğun kişiliği doğrultusunda uygulamayı tercih etse belki başarılı olacakken biraz kitabi ve ezber olur çocuğa yaftaladıkları. Çocuk sadece bildikleri ve öğrendikleri doğrultusunda düşünürken yaratıcılık ve fikir üretme noktasında tıkanır.

Aşırı evhamlı anne; herşey onun için endişe kaynağıdır. Aman düşer, aman yutar aman kusacak, ay yoksa hastamı olacak diye kendini yer bitirir. Yani sakınan göze çöp batar misali, en çok bu kategorideki annelerin çocukları gözlerinnin içine bakıldıkça hastalanır, düşer vb durumlara maruz kalırlar. Yaz,  kış çocuğun üşüyeceği takıntısı en çok gözlemlenen özellikleridir.

Bu kategorileri çeşitlendirebileceğimiz ve çevremizde böyle anneler görebileceğimiz gibi bu olayın aslında çocuğa olan sevgideki azlık veya çoklukla da ilgisi yoktur. Annelik kutsal ve tarifsiz bir duygudur. Ancak sevgiyi bol tutup çocuğumuzun da birey olduğunu kabul edip elinden tutmamız ardından da kendimizi fazla hırpalamamamız gerekiyor. Davranışlarımızın dozu, hem biz hem de çocuklarımızın hem fiziksel hem de ruhen sağlıklı birer birey olmaları açısından çok büyük önem taşıyor.
Unutmayalım ki uç noktalar tehlikelidir...

23 Mart 2010 Salı

Uyumak ya da uyuyamamak.. İşte bütün mesele!



Minik kızım,
Şimdi sen uyuyorken içime akıttığım gözyaşlarımla yazdığım küçük bi itiraf notu bu.Eğer ileride,geceleri sana karşı olan tavırlarımdan dolayı bilinç altında yer eden bişeyler olursa,beni geceleri tahammülsüz ve uykusundan uyandırıldığı için hep sinirli bi anne olarak hatırlarsan, bu yazdıklarım bi köşede dursun istedim. Yeter ki sana olan sevgimden şüphen olmasın.

Sen 6. ayını doldurduğundan beri gecelerimiz  delik deşik.Bazen diş ağrısı,bazen hastalık sıkıntısı,bazen açlık,bazen de başka şey.. Ama hep param parça.Büyümek zor annecim,biliyorum çok zor. O minicik bedeninle, o ağrılarla,sıkıntılarla,bu kocaman dünya düzeniyle başa çıkmak çok zor. İnan farkındayım bunun.
Ama ne yapayım? Benim de zayıf noktam bu belki de. Uykusuzluğa tahammülü çok çok az olan bir annen var senin. Ayların uykusuzluğu,yorgunluğu varken  üzerinde,daha bir önceki gece 2 saat uyuyabilmişse sadece,bir sonraki gece onlarca kez bir türlü tam olarak dalamadığı uykusundan uyanmak (!) anneni çok sinirli yapıyor.Yavrum,kuzum diyip seni öpe koklaya tekrar uyutmaya çabalaması her zaman mümkün olmuyor. Asık suratıyla yanına gelip,bazen  azarlarcasına bir ses tonuyla pışpışlıyor seni.  Peki sana mı kızıyor annen? Asla..  En çok kendine.. Bu kadar tahammülsüz,bu kadar dayanıksız ve uykusuzluğa bu kadar yenik düştüğü için kendine kızıyor. Yatağını sallarken, yanı başına koyduğu sandalyeye oturma ihtiyacı hissediyor geceleri. Başını yatağına yaslıyor çoğu zaman. Yine de senin yanında olduğu için,nefesini duyduğu için şükrediyor. Tüm gün yine senin yanında olacağı için,uykuda dahi olsa senden birazcık ayrı kalmaya,dinlenmeye ihtiyacı var annenin bebeğim. Sabah koşa koşa yanına gelebilmesi için buna çok ihtiyacı var.
Ben,bebeği uykudayken, “çok özledim,gidip uyandırıp sevsem mi?” diyen annelerden olamadım hiç. Tam aksine sen uyuyorken hep ayak parmaklarımın üzerinde yürüdüm evde. Sokak kapısının ziline not yapıştırdım,”aman basmayın zile” diye. Bulaşık makinesini sen uyurken hiç boşaltmadım,tabakların gürültüsünden uyanma diye. Hiç uyandırmak geçmedi aklımdan,o denli özlemedim seni uyurken. Bunu yapan annelerin sözleri ok gibi saplandı hep içime. Anneliğimi sorguladım,kendimi yargıladım her defasında.” Ben onlar kadar sevmiyor muyum kızımı?” diye binlerce defa sordum kendime. Kendimi çok yaraladım,başkalarının yaralamasına da izin verdim farkında olmadan…
Hepsi bi kenara.. Ben de böyle bi anneyim belki de. Tek bildiğim seni canımdan öte sevdiğim. Bu zor geceler elbette geçecek.Ben unutucam belki ama istiyorum ki sen de hatırlama.. “Hep yanımda olan, beni çok çok çok seven bir annem var” diye düşün yeter bana miniğim..


22 Mart 2010 Pazartesi

Dikkat Jaws Geliyor:)



Haftosunu küçük bir İstanbul kaçamağımız oldu. Ama ne kaçamak.. Bayrampaşa'nın ortasında köpek balıklarının arasında kaldık:) Yok, inanılır gibi gelmedi size biliyorum. Ben de görene kadar aynen sizin gibi düşünüyordum ama hani o Jaws serisinin korkunç kahramanı burnumuzun dibine kadar yaklaştı emin olun. Tabi filmdeki gibi devasa değildi, bir de bana çok sevimli geldi elimi uzatıp kafasını sevesim geldi:)



Sakın oyuncakçıya gittim sanmayın. Halis muhlif kanlı canlı köpek balıklarıyla görüştüm geldim:) Neyse daha fazla meraklandırmayım sizi. Forum İstanbul'daydık. Önce İKEA, sonra da hemen yanıbaşındaki Forum İstanbul'u gezdik. Tam çocuklarla gidilecek harika bir yer, ben tam not verdim doğrusu..


İster alışveriş yapın, ister oturun Gloria Jeans'de bir kahve molası verin, isterseniz de mini mini puz pateni pistinde cıvıl cıvıl çocukların içinde kayın. Dedim ya, çocuklar için harika aktivite noktaları var Forum İstanbul'da..


Turkuazoo'ya girerken kapıda bir çocuk topluluğuyla karşılaştık. Büyük ihtimalle bir anaokulundan geliyorlardı. Onlarla gezmek daha bir zevkli oldu. Meraklı bakışları ve heyecanlı sorularıyla hepimizi etkiledi çocuklar. Akvaryumların önündeki açıklamaları okuyup bol bol yorum yaptılar.



Hiç görmediğim bir sürü balıkla tanıştım ben de çocuklar gibi şen bir şekilde. Malum yanımızda onlarca çocuk varken, biz de çocukluk yıllarımıza dönüverdik:) Hazır bekliyomuşuz meğer:))



İşte bu minik parmaklar, küt burunlu ilginç balık amcaya selam veriyor. Diğer resimdeki vantuz amcanın kuyruğu da abartısız 2m. kadar vardı..


Yılan balıkları, piranalar, benekliler, amazondan gelenler, köpek balıkları, deniz yıldızları, yengeçler ve daha neler neler... Çocuklar hepsini bir arada görerek öğrendiler. Dalgıçların elinde hiç görmedikleri kabuklu deniz canlılarına dokundular.


Rengarenk harika balıkların görsel şölenlerini izlediler. Bazen gördüklerinin bir balık mı yoksa kuş mu olduğunu bilemediler. Suyun içinde olduğuna göre balıktır dediler...



Akvaryumlar çok çok büyüktü, ama onlardan da güzeli tünel kısmı idi. Tünelde tamamen suyun içine girmiş hissine kapılıyorsunuz. Yürüyen bandın üzerinde tünelden geçerken harika bir görsel şenlik yaşıyorsunuz...



Bu kocaman vantuzları görüyor, dalgıçların elindeki yiyecekleri nasıl da oburca hüplettiklerine şahit oluyorsunuz. Daha görmediğim ne çok canlı vardır kimbilir diye de kendinizi düşünmekten alamıyorsunuz...


Büyük küçük bir çok deniz canlısını burada görüyorsunuz. İsterseniz köpekbalıklarının yanına dalabiliyorsunuz da. Ben o kadarına cesaret edemezdim doğrusu:) Her ne kadar şirin görünseler de cesaret işi :))



Bakın sivri dişleri ile ne kadar da sevimli Jaws kardeş:))


Tünel çıkışında da benim çok da anlam veremediğim bu korsanlarla karşılaşıyorsunuz:)) Sanırım görselliği canlı tutmak, zenginleştirmek istemişler... Her ne kadar bana anlamsız gelse de, çocuklar bunları da çok sevdiler.



İşte bu da tünelin genel görüntüsü.. Gerçekten harikaydı, aklım orada kaldı, o sessiz sular ülkenin çok sesli korosunda kaldı aklım... İstanbul'da iseniz veya yolunuz düşerse, gitmeye çalışın bence. Çocukla gezilecek çok şirin yerlerden Turkuazoo...  
Related Posts with Thumbnails