Ana Renkler

26 Şubat 2010 Cuma

1-2 Yaş Döneminde Oyun



Özellikle 1 yaşından sonra,oyun çocuklarımız için olmazsa olmaz bir ihtiyaca dönüşüyor. Her çocuğun fiziksel yeterliliği ya da ilgi alanları farklı oluyor. Ama yine de bazı genellemelere ihtiyacımız oluyor. En azından benim öyle. Ama farkettim ki 1 yaşından sonra biraz daha genel bilgilere ihtiyacım var. "Bu ay neler yapabiliriz?" yerine, "Bu sene neler yapabiliriz?" şeklinde bir araştırma bana daha uygun geldi. Yine de her an fikrimi değiştirebilirim :)

Bu konuda faydalandığım bir yazıyı sizinle paylaşmak isterim. Yazarı Prof.Dr.Yankı Yazgan.

1-2 Yaş Dönemi Çocuk Oyunları


Çocuklar büyüdükçe becerileri çeşitlendiğinden oyun ve oyuncak seçenekleri de artmakta. Bu yazıda 1 yaşından büyük çocukların ne tip oyun ve oyuncaklardan hoşlanacaklarına, çocuğunuzla birlikte yapabileceğiniz aktivitelere değineceğiz.

1-2 yaş:

Bir yaşını deviren çocuğunuz artık eskiye oranla çok daha hareketli. Emekleme ile başlayan hareketlenme yürüme, koşma, tırmanma, merdiven inip çıkma ile devam edecek. Eşyaları itmeye, çekmeye bayıldığını göreceksiniz. Bu dönemde el becerileri de hızla gelişecek. Artık oyuncaklarını üst üste koyabilecek, kutuların içine atabilecek. Dil gelişimi sürecinde öncelikle sizin söylediklerinizi anlayacak, daha sonra kendini ifade edebilmek için çeşitli yöntemler kullanacak; işaret etme gibi, daha sonra konuşacak. Çevresindeki her yeni şey ilgisini çekecek, araştırma, karıştırmaya başlayacak. Yine bu dönemde benlik kavramı gelişmeye başladığından artık “adam yerine konmak” isteyecek. İnatlaşmalara, tutturmalara hazırlıklı olun...

  • Yürümek, koşmak, tırmanmak çocuğunuzun yeni öğrenmekte olduğu beceriler. Bu becerileri iyice pekiştirebilmesi için çocuğunuzun geniş alanlarda, rahatça, tehlikelerden uzak bir şekilde hareket edebilmeye gereksinimi var. Evinizde bu amaç doğrultusunda bazı değişiklikler yapabilirsiniz. Örneğin, evinizin bir odasındaki bazı mobilyaları bir süre için ortadan kaldırarak çocuğunuza uygun hale getirebilirsiniz.
  • Ev içinde mobilyalara tutunarak sıralamaya başlayan çocuğunuz, zamanla kendi kendine yürüyebilir hale gelecek. Bu geçiş döneminde tutunup itebileceği oyuncaklar (dengeli olmak kaydıyla) gözetim altında kullanılabilir. Ayrıca, üzerine binip ayaklarıyla yerden hız alarak hareket ettireceği basit tekerlekli oyuncaklardan büyük keyif alacaktır.
  • Çocuğunuzun ev dışında koşup oynamaya da gereksinimi var. Açık, geniş alanlar çocukların kendi güç ve yeteneklerini sınamalarına olanak sağlar. Böyle bir alanda istediği kadar koşabilmek çocuğunuzun çok hoşuna gidecek. Açık alanlarda çocuğunuzla top oynamayı deneyebilirsiniz.
  • Hareketlerine hakimiyeti arttıkça oyun parklarından daha da büyük bir zevk alacak. Parkta yürümeyi, koşmayı, tırmanmayı, zıplamayı pekiştirecek. Yine de aman dikkat, olası kazaları önleyebilmek için yanından ayrılmayın.
  • Parklardaki kum havuzları çocuklar için çok cazip oyun alanları. Kum havuzunun temiz tutulduğundan emin olun. Çocuğunuzun kum yemesine ya da çevreye atmasına izin vermeyin.
  • Açık havada çocuğunuza doğayı ve canlıları tanıtın. Çevreye karşı duyarlı olması için ona örnek olmaya çalışın.
  • Çocuğunuz 2 yaşına geldiğinde oyun hamurları, kum, parmak boyaları, su ile oynamaktan çok hoşlanacak. Oyun hamurunun içinde daha az kimyasal madde olsun isterseniz, evde kendiniz de yapabilirsiniz (tarifi yazının sonunda bulabilirsiniz). Ayrıca, parmak boyası yerine gıda boyası ile renklendirilmiş yoğurt kullanabilirsiniz.
  • Çocuğunuz suyla oynarken asla onu yalnız bırakmayın.
  • Karalama yapması için mum boyalar verebilirsiniz eline, sizi yazı yazarken gördükçe o da sizi taklit etmeye çalışacak. Kullandığı mum boyaların kaliteli olmasına, zehirli maddeler içermemesine dikkat edin. Ne de olsa, uzunca bir süre daha onları yemeye çalışacak.
  • Çocuğunuzun el becerileri geliştikçe oyuncaklarıyla daha da keyifle oynayacak. Avucuna sığacak büyüklükteki küpler en sevdiği oyuncaklardan olacak. Bu küplerden kule yapmanızı isteyecek, yaptığınız kuleyi her seferinde büyük keyifle devirecek. Bir süre sonra kendisi de kule yapmaya başlayacak. Üst üste konabilecek halkalar, iç içe geçen kutular da hoşlanacağı oyuncaklardan.
  • Bu yaştaki çocuklar nesneleri birbirine uydurmaktan keyif alır. Birbirine eklenen iri parçalı oyuncaklarla (lego gibi) severek oynarlar.
  • Kutuları açıp kapamayı severler. Bu nedenle mutfaktaki tencerelerle oynamak, onlarla ses çıkarmak hoşlarına gider.
  • Şekilleri tanımaya başladığı bu dönemde nesneleri şekillerine göre sınıflandırmak hoşuna gidebilir. Kafasından gruplama, düzenleme, karşılaştırma yapabilecektir.
  • El ve göz koordinasyonunun gelişmesi ve şekilleri tanıma ile birlikte oynayabileceği oyuncak çeşidi de artacak. Elindeki nesneyi, kutunun üzerindeki aynı şekildeki bir delikten geçirmeyi becerebilecektir.
  • Bu yaşta çocuğunuz yap-bozlarla da oynamaya başlayabilir. Tek parçalı, üzerinde tutabileceği bir sapı olan tahtadan yap-bozları tercih edin. Çok küçük parçalı oyuncakların 3 yaşın altındaki çocuklar için uygun olmadığını aklınızdan çıkarmayın.
  • Çocuğunuz bir yaşını doldurduktan sonra artık sizin her yaptığınızı dikkatle izleyecek, her sözünüzü dikkatle dinleyecek. Günlük işlerinizi yaparken size yardım etmekten hoşlanacak. Sizi taklit etmeye bayılacak. Çocuğunuzu bir gün elinde süpürge büyük bir gururla odayı süpürürken görürseniz şaşmayın.
  • Taklit etme becerisini iyice pekiştirdikten sonra hayali oyunlar kurmaya başlayacaktır. Hayali oyun kurma genellikle 2 yaş civarında başlar. Oyuncak bebeğine yemeğini kaşıkla yedirecek, bebeğin kirlenen ağzını silecek, gazını çıkaracaktır. Bu yaşta oyuncak çay seti, oyuncak telefon sevilen oyuncaklardandır.
  • Çocuklar bu yaşta içine girip oynayabilecekleri çadır büyüklüğünde bezden evlere bayılırlar. Böyle bir eve para harcamanıza aslında gerek yok. Sandalyeleri karşılıklı koyup üzerlerine bir örtü örterek de aynı etkiyi yaratabilirsiniz.
  • Çocuğunuz ipinden tutup çektiğinde onun peşi sıra gelen oyuncaklar da çok keyif verir. Kimi zaman bu oyuncaklar hareket ettikçe ses de çıkarır.
  • Tüylü oyuncaklar ve bebekler 2 yaşındaki çocuğunuz için vazgeçilmez oyuncaklardır. Çocuklar bu oyuncakları kullanarak kurdukları hayali oyunlarda iç dünyalarını dışa yansıtırlar. Oyuncak bebek seçerken bebeğin canlı görünümlü olmasına, hatlarının belirgin olmasına dikkat edin. Özellikle gözleri açılıp kapanan, şarkı söyleyen, ağlayan vs oyuncak bebekler çocukları müthiş heyecanlandırır. Bebeğin giysilerinin giydirilip çıkartılabilmesi de çocuklara cazip gelir. Hele bir de banyo yaptırılabiliyorsa, harika!
  • Çocuğunuz hemen büyümek, bir an önce sizin yapabildiklerinizi yapabilmek istese de, bir yandan hâlâ çok küçüktür, ve rahatlatılmaya gereksinim duyar. Bazen bir oyuncak ya da battaniye, bazen emzik ya da parmak bu yaştaki çocuk için güven ve huzur gereksinimini karşılayabilir. Çocuğunuz bu güven nesnesini beraberinde her gittiği yere taşımak isteyebilir. Çocuğunuzu iyi hissettiren her ne ise, elinizin altında aynı nesneden birkaç tane bulundurmakta yarar var.
  • Oyuncak ayılar ve benzeri tüylü oyuncaklar çocuklara çok sempatik gelir, kendilerini rahat, güvende hissetmelerini sağlar.
  • Bu yaşta düşünsel sistemin gelişimi ile birlikte çocuğunuz nesneleri oyun içinde olduklarından farklı işlevlerde kullanmaya başlarlar. Örneğin, elindeki uzaktan kumandayı telefonmuş gibi kullanabilir, ya da mutfaktan aldığı muzla size ateş ediyor gibi yapabilir.
  • Elbette ki bunca gelişmeye karşın çocuğunuzun yaşam ile ilgili bilgi ve deneyimleri hâlâ çok sınırlı, yaşantıları üzerindeki etkileri zayıf. Bu nedenle çevresinde olan olaylardan kolayca ürkebilir. Çocuğunuz birden sudan ya da karanlıktan korkmaya başladıysa, şaşırmayın. Bu tip korkuları ile hayali oyunlar aracılığıyla başa çıkmaya çalışacak. Hayali oyunlarda “sihirli güçleri” kullanarak korkularının üstüne gidecek.
  • Çocuğunuz dil gelişiminin de etkisiyle 1 yaşından itibaren kitaplara karşı giderek artan bir ilgi göstermeye başlayacaktır. Beraber oturup kitapların resimlerine bakmaktan, okuduğunuzu dinlemekten hoşlanacaktır.
  • Bu yaş için seçeceğiniz kitabın basit ve net resimler içermesine, kalın ve sağlam olmasına dikkat edin. Gündelik yaşamda kullanılan eşyaların, hayvanların, yediği meyve ve sebzelerin resimlerini tekrar tekrar görmekten bıkmayacaktır. Basit öyküler içeren kitapları tercih edin. İki yaşından itibaren daha karmaşık öyküler içeren kitaplara geçebilirsiniz.

Bu dönemde çocuklarımızla işlevsel oyunlar oynamak da çok faydalı ve bir o kadar da eğlenceli. Bir kaç örnek için buraya.

Ayrıca,biz Betülle son zamanlarda Büyükler İçin Çocuk Şarkıları albümünü çok sık dinliyoruz.Hatta Betül dinlemek istediği zaman ses sisteminin yanına gidip açmak istiyor.Çok huzur dolu parçalar. Tavsiye ederim.


Bol oyunlu ve verimli günler herkese...





25 Şubat 2010 Perşembe

Kocaman Yürekli Kadınlara



Sevdiğim bir blog arkadaşımın bir yazısını okurken, şöyle bir cümle çıktı karşıma. “ kadınlar zayıftır, anneler güçlü…”
Çok hoşuma gitti önce. Evet dedim, anneler çok güçlü. Ben mesela, zaman zaman karanlıktan korkardım. Sessizlik ve ıssızlık ürkütürdü beni. Ama anne olunca gece yarıları kendi başıma kalkıp o derin karanlığın içine atıveriyorum kendimi. Hem de aklımda hiçbir korku olmadan.. evet, anne olmak beni daha da güçlü yaptı..
Bir kadın çok güçlüdür aslında. Söylendiği gibi korunaksız, sığınacak liman arayan güçsüz varlıklar değildir kadınlar. Sadece belki sevdiğinden o korunmayı görmek ister, o huzuru, o sahiplenmeyi hissetmek ister. Ama güçsüzlüğünden değil asla.. Yeri geldi mi, yavruları için kaplanın önüne bile atılan bir tavuk misali. Kendinden çok daha güçlü olanlarla bile baş edebilir. Bir kadın, anne olunca daha da güçlenir. Kuvvetine kuvvet eklenir. Yavrusudur en büyük kuvvet nedeni.. erkeğin eşi, çocuğun annesi.. kocaman yüreklidir bütün kadınlar.. ve çok çok kuvvetli..

24 Şubat 2010 Çarşamba

Görsel Açıdan...

Çevremizde olan birçok olayı ve nesneyi, çocuklarımızın görsel açıdan anlaması ve kavraması açısından sunacağımız basılabilir materyallerin net ve anlaşılır olması benim ilk tercihlerimden biri.Bu amaç doğrultusunda  bu sitedeki basılabilir kartların çok faydalı olacağı düşüncesindeyim. Birçoğu şu an bizim yaş sınırımıza takılıyor ancak ileride şüphesiz daha çok faydalanacağız.

23 Şubat 2010 Salı

Acemi Anne

İlk çocuğunda acemilik yaşamayan var mıdır acaba?Acemi olmadığını düşünen vardır,orası muhakkak.Ama acemi olmayan yoktur bana göre.Her ne kadar küçük kardeşleriniz sizin elinizde de büyüse,etrafınızda bir dolu kuzen,yeğen,komşu,arkadaş çocuğu vs..de olsa,hatta üniversitede bunun ilmini de okusanız –ki bu ilmin parametreleri yeryüzü üzerindeki çocuklar sayısıncadır ve her çocuk için ayrı ihtisas alanı belirlenmesi gerekir- ,anne olmadan önce annelik hakkındaki tüm kitapları da okusanız , yine acemisiniz,yine acemiyiz.Hatta bu acemilik bazen ilk çocukla da sınırlı kalmaz. İkinci,üçüncü çocuğunuz size şimdiye kadar öğrendiklerinizin hepsini unutturabilir,tam tersi ya da bambaşka deneyimler yaşamak zorunda bırakabilir sizi.

Annelik böyle bişey işte.. Acemiliğiniz hiç geçmez,öğrenmeniz gerekenler asla bitmez.Sadece zamanla daha serin kanlı davranabilme yetisini kazanırız,o kadar..

Şu devirde anne olup da, “Bu zamanda anne olmakta ne var?Bizim zamanımızda biz…” diye devam eden cümlelerden duymayan var mıdır? Herhalde hepimiz defalarca maruz kaldık bu tarz ifadelere.Oysaki annelik bebeğe temiz bez yetiştirmek,onu sıcak bi ortamda tutabilmek,üzerine giyebileceği kıyafetleri ona sağlamak ve onların karınlarını doyurmaktan ibaret mi ki?Tamam kabul. Kirli bezleri elde yıkamıyoruz,sabahlara kadar kazanlarda su kaynatıp,çamaşır yıkamıyoruz.Hazır bez alıyoruz.Hem de hepsini beğenmiyoruz.Evet artık evlerimiz genelde kaloriferli,kombili.. Odun kömür taşıyıp,sobanın kovasını değiştirmeye,sobayı yakmaya uğraşmıyoruz.Bebeklerimize iç kıyafetlerine varana kadar biz kendi elimizde dikmiyoruz,örmüyoruz.Örsek de canımız istediği için örüyoruz, dikiyoruz. Her şeyini hazır alıyoruz,hem de tek tek seçiyoruz.Gece acıktıklarında gözümüz kapalı mutfağa gidip,pirinç unundan mama yapıp,sonra da –bebek deliler gibi ağlarken- soğutmaya uğraşmıyoruz.Mama alıyoruz. Fiziksel açıdan daha rahat olduğumuzu asla inkar etmiyoruz. Ama bebeklerimiz sadece birer bedenden ibaret olmadığından olsa gerek,anneliğin kolay olmadığını yine iliklerimize kadar hissediyoruz.

Yaklaşık 15 aydır anneyim. Öncesinde bir sürü şey okudum,dinledim,araştırdım. Sonrasında da pratiğe geçtik. Kimi bilgiler hiç işime yaramadı,kullanmadım,kimisi de sadece teorikte doğru bilgi olarak kaldı. Bi yandan okumaya,araştırmaya devam ettim, ama yeri geldi sadece yaşadıklarımdan öğrendiklerim bana ışık oldu. Yine de çoğu zaman cahil hissettim kendimi. Ama bu beni üzmedi,bunu hissedebildiğim için sevindim ben aksine. Hani derler ya asıl cahil,bilmeyen ama bilmediğini de bilmeyen (daha da kötüsü bildiğini zanneden) kişidir diye. Belki de bu yüzden çoğu sektörde “Amatör ruhu kaybetmemek lazım” derler.Asıl profesyonelliğin bu olduğunu söylerler.Anneliğin profesyonelliği nasıl olur tam bilemiyorum ama en azından en doğru yaklaşım bu olsa gerek. Her konuda bebeklerimiz için en iyisini istemekle kalmayıp,bunu nasıl yapabileceğini araştıran,bazen bilmediğini de çok rahat kabul edebilen,soran,soruşturan anne olabilmek. Yani acemiliği en hasarsız şekilde atlatabilme yoluna gitmek..

Hasar diyince biraz içime dokundu açıkçası. Ne yazık ki hasar tek taraflı olmuyor annelik konusunda. Hem biz hem de bebeklerimiz bilgi eksikliğimizin ya da acemiliğimizin sıkıntısını çekiyoruz. O halde sadece annelik güdülerim bana nasılsa doğru yolu buldurur demenin,artık ne kadar geride kalan bir yaklaşım olduğu çok açık.

Ben kendi adıma,acemiliğimi kızıma asla hissettirmek istemiyorum.Neden benim eksikliğimin sıkıntılarını o yaşasın? Neden daha iyisi olabilecekken geleneksel yöntemlere mahkum kalsın? Buna hakkım yok. Anneyim,acemiyim,ama elimden gelenin hep daha iyisini yapabilmek adına gayretliyim..





22 Şubat 2010 Pazartesi

Çalışan Anne Masalları - İlk Ayrılık




Çalışan bir anne iseniz, hamillikte en büyük hesap kitap işiniz izne ayrılma döneminizin ayarlanması ile başlıyor. Malum 4 aylık bir izin dönemi oluyor. 2 ay doğum öncesinde, 2 ay da doğum sonrasında. Ama doktorunuz çalışabilir raporu verirse, doğuma 3 hafta kalana kadar çalışabiliyorsunuz. Eminim benim gibi birçok anne de 3 hafta kalana kadar çalışmayı tercih ediyor. Malum doğum sonrası yavru ile daha fazla vakit geçirebilmek adına yapılıyor bu tercih.
Birçok uzman bu konuda annenin hamilelik sonlarına yakın – 2 ay kala – izne ayrılmasının daha doğru olduğunu söylüyor ama annelik içinize bir kez yerleşti mi kendinizden evvel “O” oluyor ve onu düşünerek hareket ediyorsunuz. Tabi hamilelik süreciniz de sıkıntılı değilse çalışmayı tercih ediyorsunuz. Kendi adıma hamilelikte çalışmanın bana çok iyi geldiğini söyleyebilirim. 5 Kasım’a kadar çalıştım ve 20 Kasım’da da oğlum dünyaya geldi. Yani doğumdan önce ancak 2 hafta evde kalabildim:)
Doğum sonrası izniniz hiç bitmeyecek gibi geliyor, uzunca bir zaman birlikte olacağım diye düşünüyorsunuz ama klişeleşmiş bir tabir vardır- sayılı gün çabuk bitiyor-. Evet o gün gelip çattığında, her şeyi hazırlamış olmalı ve tüm planları yapmış olmalısınız. Mesela bebeğinize nasıl süt vereceksiniz? Malum çalışmaya ben başladığımda oğlum henüz 3 ay 3 haftalıktı. Evde kaldığım süre içinde sürekli çalışan annelerin nasıl süt verdikleri ile ilgili araştırmalar yaptım. Hangi pompayı kullanmalı, sütü nasıl saklamalıydım? Yaz dönemleriydi ve o sütü eve gidene kadar nasıl korumalıydım? Kaç saat ara ile sütü sağmalıydım?
İşin bir de şu boyutu var ki süt sağmak için uygun ortamı bir annenin bulabilmesi, kendini rahat ve güvende hissedebilmesi çok önemli. Tüm bu süt sağma ile ilgili soruları bir başka postta yanıtlamaya çalışacağım.
Diğer yandan ilk gün işe başladığınızda hem bir heyecan – ki 4 aydır işinize gitmiyorsunuz- , hem bir endişe – bebeğinizden ilk kez ayrılıyorsunuz – hem de bir şaşkınlık – yeni bir düzen kurma çabası – yaşıyorsunuz. Süt izninden dolayı bir düzenleme gerekiyor, yöneticiniz ile bunu ayarlamanız gerekiyor. İlk gün işe geldiğinizde sebepsiz gözleriniz doluyor, kimseye belli etmemeye çalışıyorsunuz. Diğer yandan işinizi giderken devrettiğiniz vekâletinizden geri işinizi devralıyorsunuz ki işi çok iyi yapmış olsa bile mutlaka yapacağınız çok iş birikmiş oluyor. Tüm bu işleri yoluna koyma çabasının yanında, size sevgiyle bakan bir çift göz geliveriyor gözlerinizin önüne. Hemen dönüp saate bakıyor, akrep ve yelkovanı arkasından hızla ittirmeye çabalıyorsunuz vakit hızlıca geçsin de kavuşalım diye. Vakit gelip eve doğru yola koyulduğunuzda ise, sabahtan beri ayrı kaldığınız saatlerin acısını ayaklarınızdan almak istercesine koşturarak gidiyorsunuz eve. İçeri girip de onu ilk gördüğünüzde, onu nasıl bırakabildim, tüm gün ne hissetti acaba diye düşünüp duruyor, dünyaya onun gözleriyle bakma çabalarına giriyorsunuz.. Yine klişeleşmiş bir tabir ama zaman her şeyin ilacı sanırım. Zamanla siz de, bebeğiniz de yeni düzene alışıyorsunuz. Siz her gün eve gideceğiniz saati gözlemeye, bebeğiniz de hava kararınca sizin gelmenize alışıyor.. Tabi sabah gitmelerinizde zaman zaman ağlamaları, akşam eve geldiğinizdeki sevinci ile telafi etme çabalarına girişiyorsunuz anne yüreğinizle. Gel – gitleriniz bol oluyor bu dönemler.. Çalışmak ve çalışmamak adına bir sürü senaryo üretiyor beyniniz.. Onun için, kendim için deseniz de, eminim ona sorsanız “benim için en iyisi yanımda olman anne “ diyecek, bunu biliyorsunuz.. Ve konuşmaya başlayacağı anları hem bir sabırsızlıkla bekliyor, hem de konuştuğunuzda içinizin yanacağı neler duyacaksınız bunları tahmin etmeye çalışıyorsunuz.. “Gitme” demesi gibi..
Hala bir arayıştayım, çalışmalı mı çalışmamalı mı? Öncesinde sorsanız elbette çalışmak derdim. Ama anne olunca bu soru beynime çakıldı resmen.. Hala arıyorum, siz cevabı bulursanız bana da anlatın olmaz mı?


 

21 Şubat 2010 Pazar

Oyuncak Dünyası-1-

Hayatın ilk günlerinden itibaren dış dünyayı tanımaya çalışan çocukların, zihin ve beden gelişimi oyun ile desteklenir.

Çocuklar bunu bazen bilinçli olarak istedikleri ve arzu ettikleri oyuncak seçimi ile yaparlar bazen ise spontone olarak (oyuncaksız olarak) kendilerine oyun yaratabilirler.

Çocuğun fiziksel gelişimi ile, sosyal, motor ve zihnî gelişme, yeterince oyun oynayan çocuklarda daha hızlı olmaktadır. Çocuklarda oyun ortamında, yeni tecrübeleri yaşama, farklı tecrübelere altyapı hazırlama, yeni kabiliyetler kazanma ve gelişmeye ait kazandığı özellikleri uygulama söz konusudur. Öğrenilen bilgilerin kullanıldığı, kabiliyetlerin sergilendiği, yeni tecrübelerin kazanıldığı, diyalogların pekiştiği ve hislerin ifade edildiği oyunlar son derece yararlıdır.

Bu oyunlar sırasında çocukların yararlandığı oyuncakların ve bu oyuncakların materyallerinin önemi çok büyüktür. Ebeveynelerin bu oyuncakları seçerken, özen göstermeleri gerekir. Özellikle 0-3 yaş arası çocuğa sunulan oyuncakların küçük parçalar içermemesi gerekmektedir .Bir diğer dikkat edilmesi gereken çok önemli nokta mıknatıslı oyuncaklar.



Hemen her birimizn evinde buzdolabının üzerinde bulunan magnetler çocuklar için oyun ve eğlence olabiliyor.
Oysa ki önemli bir nokta var ki;
Yutulduğu takdirde bağırsak delinmesine kadar varan sonuçlara yol açan mıknatıslar özellikle 0-3 yaş arasında çocukların yalnızken oynamaması gereken oyuncak grubunda yer alıyor. Çocuk birden fazla mıknatıs yuttuğunda, mıknatıslar iç organlarında dolaşırken itme çekme etkisi ile bütün iç organlara zarar veriyorlar. Sonuç ölüme kadar varabiliyor.

Eğer evinizde küçük bir çocuğunuz varsa mıknatıslı oyuncak tercihlerinizi bir kez daha gözden geçirmenizi öneririm. Yaşça daha büyük (bizi anlayabilecek yaşta)olan çocuklarımızı da bu konuda bilgilendirmemiz gerekli diye düşünüyorum. Hafife alınacak bir konu değil, Çünkü minik ellerin nelere dokunduğunu hepimiz çok iyi biliyoruz.

Bir dönem haberlerde suda şişen boncuk toplar vardı. Birçok çocuk bunları yuttuktan sonra, içinde bu boncuklar şişmiş ve sonrasında ameliyat olmak zorunda kalmışlardı.

Bizler çocuklarımızla oyun oynarken ve oyuncak tercihlerimizde onların yaş düzeylerini ve olası tehlikeleri göz önünde bulundurmalıyız ve onları bu tehlikelerle buluşturmamaya özen göstermeliyiz.

Unutmayalım ki bir çocuğun gelişiminde oyun ve oyuncak en az beslenme kadar önemli.

19 Şubat 2010 Cuma

Biraz Cesaret..







Yalnız gezmeyi,dışarıda yalnız olmayı asla sevmeyen bi insanım ben.Hatta dışarıda olmaktansa evimde vakit geçirmeyi tercih eden,kendisini eğlendirmeyi ve her türlü oyalamayı çok iyi bilen tipik evcimen bi yengeç burcuyumdur.Ta ki Betül hayatıma girene kadar..

Bi aralık ayında kavuştum kızıma.Dışarıda Ankara ayazı,içeride doğalgazlı sıcacık bi evde tek odaya hapsolmuş,bi de yetmez diye ufo ile odanın sıcaklığını üst sınırlarda tutan biz..Çok korktuk soğuktan. Ne de olsa meşhur Ankara ayazıydı adı.Doğru muydu yaptığımız?Tartışılır.. Evet o kış üşümedik,ama çok sıkıldık,bunaldık.Çoğul ifade kullanıyorum ama aslında sıkılan da bunalan da bendim. Hafta sonundan hafta sonuna 15 er dk.lık markete gidip gelme molaları benim için mola olmaktan çok uzaktı.”Acaba bensiz duracak mı?” “Karnı acıkıp emmek isteyecek ve babasını üzecek mi?”ve sonuç.. Koşar adımlarla eve dönüş(ya da odaya mı demeliyim?).Bir de aksi gibi o sene Ankaraya bahar ancak haziranda geldi.Küçük bir bebekle dışarı çıkılabilir sıcaklığa ancak yazın kavuşabildik desem daha doğru olur.Güneşe kavuştuk ve serüven başladı :)

Henüz 7 aylık bir kız çocuğuyla koca yaz gezmedik yer bırakmadık.Hem de yeri geldi dolmuşla,yeri geldi belediye otobüsleriyle..Omzumda kocaman bir çanta,göğsümde bir kanguru,içinde sevinç çığlıkları atarak etrafa bakınan kızım.

Annem hep anlatırdı.Kardeşim ve ben daha küçükken çok gezerdik biz.Oturduğumuz yerden 3 saat uzaklıkta yerlere günü birlik deniz kenarına pikniklere,yüzmeye giderdik.Çok kalabalıktan hoşlanmadığımız için de tenha yerler arar,dere tepe demez kuytulara sinerdik.Küçük tüpümüzü bile taşırdık yanımızda.İşte o günleri anarken,annem “İnsan gençken hiçbir şeye üşenmiyor ve daha cesaretli oluyor” derdi.Şimdi çok iyi anlıyorum onu.Daha minicik bir kızla,üstelik altımızda araba da yokken,ana-kız neler yapabildiğimizi/yapabileceğimizi gördüm.Tek bir sıkıntımız vardı,hatta hala var.Kızımın yaşıtı çocuğu olan anneleri bizimle çıkabilmeye ikna edemedim hiç.Yazın sıcak dediler,kışın da soğuk.

Gelmek istediğim asıl konu bu aslında.Bence,abartmamak şartıyla,çocuklarımızı bir çok koşula uygun şekilde büyütebilmeliyiz.Yani biraz cesaretli olmalıyız,olabilmeliyiz.Yaz sıcağı mı var dışarıda? Evde oturmak bi seçenek,ama başında bir şapka olan ya da bebek arabasında gölgede gezen bir çocuğa sıcak dokunur mu? Ya da kışları.. Hava normallerin çok altında olmadığı sürece sıkıca giydirilmiş bir çocuğu 10 dk.lığına bile olsa parka götürmek ona zarar verir mi? Bir çocuğun hassasiyetlerini en iyi annesi bilir elbet ama yine de şartları kendimizce daha uygun hale getirip,belki biraz da zorlayıp, daha cesaretli olabilmeliyiz.

Bizim olduğundan çok daha fazla ihtiyaçları var bebeklerimizin sosyalleşmeye.Bu yaz yaklaşık 1.5 yaşlarında olucak kızım.Ve yapabileceklerimizin neredeyse sınırı yok gibi.Pıtır pıtır yürüyen,her şeyi çılgınca merak eden bir minikle evde oturup oyun oynamak mı,yoksa gidip bir çocuk tiyatrosu izlemek mi?Yapabileceklerimizin gerçekten sonu yok.Biraz cesaret,biraz da gayret.

Çocuklarımızla dışarıda yapabileceklerimiz konusuna hem genel olarak,hem de il il (Ankara,Konya,Balıkesir) geniş şekilde yer vermeyi düşünüyoruz zaten ileriki haftalarda.Ne dersiniz? Pamuklara sarıp sarmaladığımız çocuklarımızı,yavaş yavaş fanuslarından çıkaralım mı? :)


18 Şubat 2010 Perşembe

Çalışan Anne Masalları-1



Yazmaya atölyenin ortasında, denetimin en can alıcı noktasında başladım.
Aslında iyi de oldu bu yoğunluk.
Çalışan anne olmak nasıl bir şey, onu anlatacaktım..
tam da zamanını buldu işte…

Tüm gün atölyede koşturmuş, denetçilerin acımasız sorularına cevap vermeye çalışmışken, ayaklarınızın ağrısını yüzünüze yansıtmamaya çalışmış, yorgun ve uykusuz göz kapaklarınızın üzerine her dakika binen o müthiş ağırlığın giderek çoğaldığını hissetmişken…
Neskafenin dibine vurmuşken ve gelişen tüm aksilikleri rapor etmeniz söylenmişken, aklınıza geliverir madalyonun bir diğer yüzü…

Tüm bunları hiç yaşanmamış farz etmeli, evinizden içeri adım attığınızda, yüzünüzde bir gülümseme yürüyebilmelisiniz anne iseniz. Çünkü evde bekleyen o masum bakış, sizin gün içinde ne gibi badireler atlattığınızla hiç ama hiç ilgilenmez. Onun için bir oyuncakları, bir tanımaya çalıştığı koskocaman dünya denen bir şey, bir de bu koskoca dünyada sığınacağı siz varsınızdır sadece. Üstelik sabah 7de evden çıkmanıza, akşam 7de eve girmenize de bir türlü anlam veremez bu minik yürek. Kariyer yapmanız, para kazanmanız onun umurunda değildir. O sadece sizi özleyip, sizi beklemişken, bir kenara çekilip yoruldum diyemezsiniz. Birazdan devam edelim annelik mesleğine diyemezsiniz.. Bunun bir molası yoktur, bunu taa hamileyken fark edersiniz. Artık her şeyiniz o minik yürek olmuştur. Tüm gün atölyede o minik elleri düşünerek yürürsünüz. Aklınızda hep o vardır ama siz revize edilecek ürünleri düşünür, üretimi tamamlanmış ürünleri son kontrole alırsınız. Oysa bedeninizin de okkalıca bir kontrole ihtiyacı vardır ama duymazdan, görmezden gelirsiniz kendinizi.

Her şeye rağmen, ne kadar yorulsanız, ne kadar bitkin düşseniz de, evde sizi bekleyen o minik şarj cihazınızı düşünür ve hemen boşalan yetilerinizi doldurmaya gidersiniz. Ve her gün yeniden ve yeniden şükredersiniz…

Çalışan anne olmakla ilgili paylaşacağım çok şey var…zamanı geldikçe…ilk bu yazımla başlamış olalım. Yazının başı bir mekanik atölyesinde başlamış olup, minik yüreğin bulunduğu evde devamı getirilmiştir. İçimin en derinini hissettiremesem de, içimdekileri çok kolay yazıya dökemesem, kendimi ifade edecek kelimeleri özenle seçemesem de, ana hatlarıyla da olsa umarım anlatabilmişimdir nedir çalışan anne olmak.. nice yazılarda görüşmek dileğiyle…

17 Şubat 2010 Çarşamba

Katı Gıdalara Geçerken...

Katı gıdalara geçerken,bebeğin sindirim sisteminin buna hazırlanması, olası kabızlıkla mücadele, pütürlü gıdalara alıştırma, bebeği beslerken bir iki tıkanmasında yaşanılan ah boğulacak  tedirginliklerinin yanı sıra materyal seçimide çok önemli.

Benim Ege'ye aldığım ve en memnun kaldığım ürünlerin başında tupperware bebek seti geliyor.Kaşık o dönemdeki bebeğin tam ağzına göre tasarlanmış ve dışarı çıkarken birşeylere sarıp sarmalamanız gerekmiyor.Kendi kutusuna koyup rahatlıkla yanınıza alabilirsiniz.Son derece steril.


Yine mama kutusu olarak adlandırıllan bu kutuya bebeğinize verdiğiniz mama miktarı kadar toz mama koyup kapağından biberona boşalttığınızda ne dökülme telaşı nede ölçek arayışı sorunu yaşamadan miniği besleyebilirsiniz.

Ayrıca ilerleyen dönemde benim hala kullandığım ve gerçekten dökülme saçılma olmadan her yere beraberimde taşıdığım ve kalitesine çok inandığım,damalatmaz bardak ve yemek tabağıda çok işlevsel.
Eğer ihtiyaç listenizde bunlar varsa ben tupperware bebek setine bir göz atın derim.



Hadi afiyet olsun...

15 Şubat 2010 Pazartesi

Büyürken..




İnsan en zor büyüyen varlık…

Diğer canlıların yavruları doğduktan birkaç dakika sonra ayağa kalkarken,bizler en az 1 sene beklemek zorunda kalıyoruz yürüyebilmek için.

Karnımızı nasıl doyuracağımızı dahi bilmiyoruz,ama acıkıyoruz.

Konuşamıyoruz,derdimiz olsa dahi söyleyemiyoruz.Ama her ağladığımızda derdimizi hissettirebileceğimiz ,gözlerinin içine bakabileceğimiz bir çift göz buluyoruz yanımızda.

Elimizden tutulsun,sarıp sarmalanalım,korunup kollanalım istiyoruz.

Şefkatin ve sevginin sıcaklığını bazen uykumuzda dahi hissetmek istiyoruz.

Sesin yüksek tonlusuna,bakışın sert olanına tahammül edemiyoruz.

Öyle narin,öyle hassasız.

Bize tahsis edilen melek hep yanımızda olsun,ondan hep güç alalım istiyoruz.

Öyle aciz,öyle muhtacız.



Bir gün geliyor..

Belki daha biz korunup kollanmak isterken,canımızdan bir can veriliyor bizim de kollarımıza.

Daha küçük olduğumuzu hissederken,minicik bir kalp atıyor avuçlarımızın arasında.

Yaşımız kaç olursa olsun,işte insan o an başlıyor büyümeye.

O an fark etmeye başlıyor içindeki potansiyeli.

İşte o andan sonra oluşmaya başlıyor asıl “ben”.

Kimi zaman sancılı,kimi zaman ağır oluyor büyümek.

Ama asla kolay olmuyor.

Dünyanın en güzel duygusunu yaşamak,bütün bu sıkıntıları unutturuyor insana.

İçindeki engin şefkat duygusu,insana geçen uykusuz gecelerin,yapamadığı şeylerin hesabını tutturmuyor.

Hep ileri baktırıyor insana.

Ve büyüyoruz…



Evet,anneyiz biz.

“Ana renkler” bizim büyümeye başlama serüvenimiz.

Asla önceki gibi değil hayatımız.

Söyleyeceğimiz çok şey var büyümeye dair.

Bize eşlik edin istiyoruz.

Haydi o zaman….





...:::Bir Gökkuşağı Hikayesi:::...

 

Bir yağmur yağar usuldan..

Çiseler ömrünüzün en ücra köşelerine..

Yıkayıp geçer ne varsa etrafınızda tortu namına..

Bir yağmur yağar, sıcacık, derinden, ömrünüzün taa derinlerine..

İşte tam o an bir de güneş yükselir tepelere, göz kırpar uzaklardan.,

Ne kadar uzakta da olsa ısıtıverir içinizi

Islanmış yerleri kurutur, canlandırıverir dokunduğu her yeri

Son bir damla vardır yeryüzüne ulaşmaya can atan, son bir yağmur damlası

Bir an gelir güneşle buluşuverirler orta yerde..

İşte o an rengârenk bir gökkuşağı filizlenir, saçınıza taktığınız taç misali

Aydınlanır dünya, yeşerir, filizlenir, bambaşka bir hale bürünür

Bakmaya doyamazsınız, gözlerinizi alamazsınız, ısıtıverir içinizin en derinini o renk cümbüşü…

…..

Her çocuk, gökkuşağının bir rengi

Her çocuk yeşeren bir filizdir…

Hayatın rengi, güzelliği, tazeliğidir her çocuk..

Bizim hayatımıza gökkuşağının renkleri Aralık 2008’de girdi

Hayatımıza aralık 2008’de doğan 3 ayrı renk, 3 güzel renk bu blogla 3 ana renge dönüştü

Ve bu renklerle birlikte farklılaştı hayatlarımız.

Bambaşka bakar olduk artık hayata, anne gözüyle..

Birbirini o 3 renk sayesinde tanımış 3 anneyiz işte biz..

Hayata, kadına ve anneliğe dair paylaşacaklarımız var, vesselam…




11 Şubat 2010 Perşembe

Merhaba

Başlık bellidir çoğu kez hayatımızda ama bu başlığın altını dolduracak kelime bulamayız.

Bulduğumuz kelimeler bile tam yansıtmaz düşüncelerimizi.

Yaşamın kıyısında elimizde tuttuğumuz bir palet vardır.

Ve biz bu paletten fırçalarla küçük dokunuşlarda bulunuruz hayatın tam ortasına.

Kendi rengimizi belirlerken, yanında da birçok renk yaratırız farkında olmadan…

Bir kadın geçer gözünüzün önünden…

Bir anne sesi çarpar kulağınıza…

Bir çocuk neşesi gizlidir adımlarında…

Hiç olmadığı kadar mutludur kahkahalar veya hüzünlüdür gözyaşları…

Mavi, kırmızı ve sarı…

Üç anne renk birleşti.

Ve üç bebek renkten öğrendiklerini, hissettiklerini, duyduklarını hayattaki diğer renklerle paylaşmak istedi.

Güldüğünü gizlemeden,

Olmayanı varmış gibi göstermeden,

Kimseye büyüklenmeden,

Bak bende var, sende yok demeden,

Sadece ve sadece hayatın içinden,

Eğrisine bakmadan, doğrusunu ararken,

İşleyen demir ışıldar felsefesiyle yola çıkıp,

Tüketime değil de üretime evet diyen üç annenin buluştuğu palet aslında ana renkler…

Keyif almak, keyif vermek ve izlenimlerimizi paylaşmak adına,

Herkese en içten merhaba.
Related Posts with Thumbnails